Osmanlı Devleti’nin tarihinin en buhranlı günlerini yaşadığı çöküş sürecine şahitlik yapmak zorunda kalan son neslinin umudunu kaybetmeyen, vatansever ve idealist temsilcilerinden Mustafa Kemal (Atatürk), genç yaşlardan itibaren askerî vazifelerini başarıyla yürütmekle yetinmeyerek ülkesinin ve milletinin geleceğine yönelik çözümler üzerinde düşünmeye başlamıştır.
Trablusgarp Savaşı’na gönüllü olarak katılan ve akabinde hezimetle sonuçlanan Balkan Savaşları’nda komutanlık yaptığı birliklerinin ayakta kalmasını sağlayan Mustafa Kemal, I. Dünya Savaşı sırasında elde ettiği başarılarla dikkatleri üzerine çekmiştir. Çanakkale cephesinde karaya çıkan düşman ordularının başkente doğru ilerleyişini durdurarak “Anafartalar Kahramanı” olarak adını dünyaya duyuran, Doğu’da Muş ve Bitlis’i düşmandan kurtaran, Suriye-Filistin cephesinde İngiliz ve Arap birliklerinin eş zamanlı saldırıları karşısında dağılan Osmanlı kuvvetlerini toparlayarak savunma tertibatı aldıran Mustafa Kemal Paşa, Mondros Mütarekesi hükümlerinin barındırdığı tehlikeleri zamanında sezerek hükümetini uyarabilecek zekâ, öngörü, cesaret ve liyakate sahip olduğunu kanıtlamıştı.
Mondros Mütarekesi’nin ardından İtilaf Devletleri’nin baskıları nedeniyle Osmanlı Hükümeti’nin İskenderun’u İtilaf Devletleri’ne terk kararını, “yaradılışı ile bağdaşmayacağını vurgulayarak” uygulamayacağını dile getiren ve işgal altındaki İstanbul’a dönen Mustafa Kemal Paşa, başkentte siyasi yollardan çözüm bulamayacağını anladığından “sine-i millet” olarak nitelendirdiği Anadolu’ya geçerek sistematik bir plan ve program doğrultusunda yürütülen Millî Mücadele Hareketi’nin lideri hâline gelmiştir.
Mustafa Kemal Paşa, parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalan, ülkeye yönelik tehditleri yerel direniş, adem-i merkeziyet ya da manda ve himaye yoluyla bertaraf etmeyi düşünen Türk halkının etnik köken, siyasi ve ideolojik görüş ayırt edilmeksizin Millî Mücadele Hareketi etrafında kenetlenebilmesi amacıyla gerekli örgütlenme çalışmalarını başarıyla yürüttü. Umutların tükendiği anlarda “tek dağ başı mezar oluncaya kadar” mücadeleye devam edeceğini vurgulayarak zafere olan inancını ve kararlılığını dile getiren Mustafa Kemal Paşa, içeride ve dışarıda prangalara vurulmak istenen Türk milletinin özgürlüğünü kazanması için çaba harcadı. Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde yürütülen Millî Mücadele Hareketi’nin ilk hedefi hiç şüphesiz işgallere son vererek ülkenin tam bağımsız hâle gelmesini sağlamaktı. Bununla beraber arka planda Millî Mücadele’ye karşı cephe alan İstanbul’daki rejimi değiştirerek Türk milletinin özgür iradesi ile karar mekanizmasına dâhil olması, çağın koşullarına uygun bir şekilde bireysel hak ve hürriyetlerini elde etmesi hedefleniyordu. Dolayısıyla Millî Mücadele’ye yalnızca Türk milletinin bağımsızlığını kazanması için yürütülen bir hareket nazarıyla bakmamak gerekir. Millî Mücadele Hareketi’nin mutlak bağımsızlıkla birlikte milleti oluşturan bireyleri her türlü baskı ve sultadan kurtararak özgürleştirmeyi hedeflediğini de unutmamalıyız.
İstiklâl Harbi ile tam bağımsızlığın kazanılmasının ardından Mustafa Kemal Paşa’nın hususi çabaları neticesinde ilan edilen Cumhuriyet’in kökleri yüzyıllar öncesine dayanan kronik sorunları sihirli bir dokunuşla hemen çözmesi beklenemezdi. Bununla birlikte Cumhuriyet, Türk milletinin iradesini kullanarak kendisini yönetebilmesi ve bireyleri özgürleştirmeye yönelik yapısal reform programlarının hayata geçirilebilmesi için gereken alt yapının kurulmasını sağladı. Daha da mühimi Cumhuriyet Türk milletine, giderek doğal karşılamaya başladığı ve kanıksadığı başarısızlıklardan dolayı kaybettiği özgüvenini ve yitirdiği umudunu yeniden kazanması için bir “kurtuluş reçetesi” sundu.
Türkiye'nin bağımsızlığının bütün dünyaya kabul ettirilmesinin ardından Atatürk'ün hedefi Türk milletinin özgür iradesine darbe vuran gelişmesini engelleyen her türlü baskı ve engeli ortadan kaldırmaktı. Kendisini ayrıcalıklı gören şahısların grup ya da zümrelerin kurum ve kuruluşların veya hakim yapıların baskı ve sultasından bireyleri kurtarmak/özgürleştirmek elbette kolay olmayacak, zaman alacaktı. Neticede Türkiye'nin köklü ve yapısal anlamda değişimi için sağlam bir temel atan Atatürk'ün 10 Kasım 1938 tarihinde hayata gözlerini kaparken, Türk milletine bağımsızlığını, bireysel hak ve hürriyetlerini sonsuza dek muhafaza edebilmesi için ihtiyaç duyduğu formülü ve reçeteyi miras bıraktığını bir kez daha hatırlatıyor, bu vesileyle kendisini sonsuz minnet ve şükranla anıyoruz.